Extreminal Metal Magazine adına uzunca bir pandemi arasından sonra yeniden sahalara inme şansı bularak bir Wacken Open Air macerasını daha geride bıraktık. Üzerinden aylar geçmiş olsa da yine tadı damaklarda kalan unutulmaz bir etkinlik yaşandı. Hatta 2023 versiyonunu şimdiden heyecanla beklemeye başladığımı söyleyebilirim.
Oturduğum şehirden iki saat süren bir yolculuğun ardından herhangi bir sorun yaşamadan konser alanına varıyoruz. İlginç bir şekilde bu sene ne bir trafik yoğunluğu, ne girişte kuyrukta beklemek gibi herhangi bir sıkıntı yaşamadım. Konserlerin başladığı gün gitmiş olmamın da etkisi vardır tabii, zira insanlar genelde birkaç öncesinden gidip, çadır kurma işlerini vs. halledip konserler başlamadan önceki günlerde gerçekleştirilen etkinliklere katılıyorlar. Nitekim sonrasında önceden giden tayfadan son derece olumsuz yorumlar duyduk, uzun süre güneşin altında kuyrukta beklemek zorunda kalmış olmaları ve dışarda sırada bekleyenler için hiç gölgelik alan düşünülmemiş olması negatif hususlar olarak gösteriliyordu.
Çadır alanına arabayla girebilmek ve arabanın hemen yanına çadır kurulabiliyor olması bizim için oldukça pozitif bir noktaydı. Yiyecek içecek alışverişleri, bavullar ve çantaları ayrıca içeriye yığmak zorunda kalmamış olduk. Bu sene ilk defa içi karartılabilen bir çadırda kaldım, güneşten ve sıcaktan koruyucu etkisiyle bu tarz festivaller için biçilmiş kaftandı.
Wacken App listemde bu sene izlemek istediğim „ana akım metal“ grubu sayısı diğer yıllara oranla oldukça azdı. Pandeminin getirdiği finansal sıkıntılar sebebiyle festival organizasyonu bu sene zayıf bir kadro ile karşımızdaydı. Headliner sayısı görece az idi, bunun dışında Almanya’nın fazla bilinmeyen yerel gruplarına kadroda fazlasıyla yer verilmişti.
Üç gün gibi kısa bir süre içinde o kadar çok grup izledim ki, hepsini teker teker yorumlamam mümkün olmadığından yazının devamında yalnızca en çok ilgimi çeken performanslara değineceğim. O zaman başlayalım.
1.Gün
Her neyse, yerleşme faslını hallettikten sonra ana sahnelerin bulunduğu konser alanı üzerinden bir diğerine geçiş yapıyoruz. Zira program listemde ilk sırada yer alan Norveçli black metal grubu Mork’un başlama saati yaklaşıyordu. Shuttle servisiyle ana sahnelerin bulunduğu alana geldikten sonra Headbanger’s Stage’in bulunduğu diğer alana yöneliyoruz. Coşkulu insan kalabalığı çoktan yerini almış, havanın kuzey Almanya’da alışılmadık şekilde 35 derece olması haricinde herhangi bir sıkıntı yok. Sakin ve cool bir black metal kitlesi beklerken son derece coşkulu, birbirine sürekli deniz topu fırlatan aşırı eğlenceli bir kitleyle karşılaştık. Festivalsiz geçen yılların acısını çıkartmak böyle oluyor demek ki. Yanımızdaki kişiler circle pit olayına girmek istedilerse de bir süre sonra toprak zeminden kalkan tozdan dolayı vazgeçtiler. Sahne performansı olarak biraz durgun olmaları haricinde güzel geçtiğini söyleyebiliriz.
Ardından Excalibur eşliğinde durup Grave Digger’i dinledik, bu sefer diğer konserle çakıştığından başlarını kaçırdım. Çok büyük bir kalabalığa çalıyorlardı, kaç yüz kişi olduğunu tahmin edemesem de her yer tıklım tıkıştı. Ayrıca dev ekranlardan da konseri veriliyordu. Sanırım bütün bilinen hitlerini çaldılar ve onları çok seven, yaş ortalaması da hayli yüksek bir kitleye çaldılar. Grup metal camiasının eski emektarlarından olduğundan tabii ki kusursuz çalıyorlardı.
Çeşitli ihtiyaçlarımız sebebiyle giysi, ıvır zıvır satılan alana doğru ilerlerken Mambo Kurt’ü izledik. Kendisi Almanya’da çok sevilen 55 yasında bir komedyen ve grubuyla klasik rock şarkılarını coverliyor. Metal klasmanında değerlendirilemeyecek olsa da kendisi Wacken Festivali’nde hemen hemen her sene bir entertainer olarak muhakkak yer alıyor ve biraz kafa dinleyip eğlenmek isteyen seyirci için çok güzel bir alternatif teşkil ediyor. Seyirciyle interaktif olarak bir komedi gösterisi ve konser karışımı iyi bir performans sergiliyorlar.
Çok uluslu bir grup olan, ancak benim hep Hamburglu olarak bildiğim grup Tragedian, çok kalabalık olmasa da son derece kendini adamış bir izleyici kitlesine çalıyorlardı. Tarz olarak klasik heavy metal ve power metal arasında bir yerlerde seyrediyorlar. Merak edenler için sosyal medya üzerinden ulaşılabilir durumdalar.
Sonrasında benim „kendi“ listemin headlinerlarından diyebileceğim Pestilence yer alıyordu. Hollandalı death metal devleri gerçek anlamıyla tozu dumana kattılar, nitekim ben de circle pit yapan izleyici grubuna yakın durduğumdan bundan epeyce nasibimi aldım 🙂 Günler boyunca ağzımızdan ve burnumuzdan soluduğumuz çamurun tozun gelmesi sanırım bu konser ile birlikte başladı. Motor gibi cayır cayır çalarak seyirciyi de kendinden geçiren grup Wacken 2022’nin en coşkulu konserlerinden birisine imza attı.
Ekstrem metalden kaldığım yerden devam ederek soluğu bu sefer Norveçli black metal grubu Kampfar’ın sahnesinin önünde alıyorum. Sahne performansları beklemediğim kadar güzeldi, izleyiciyle sürekli iletişim halindeydiler. Hatta o kadar muhteşemdi ki sahnenin önüne oradan geçerken bakakalan alakasız kitleleri bile çekmeyi başardılar. Kalabalık çok kısa sürede arttı, zira müzik ve çalım anlamında kusursuz olmalarının yanısıra, sahne duruşlarıyla da izleyiciye mükemmel bir konser deneyimi yaşattılar.
İlk günün performanslarını heyecanla beklediğim benim için en önemli olan grubu Rotting Christ‘idi. Türkiye’yi de sıklıkla ziyaret eden grup Wacken showlarıyla da her zamanki gibi nefes kesiciydi. Soğuk havaya ve yer yer yağan yağmura karşın grubun da seyircinin de coşkusu hiç azalmadı. Bu arada değinmeden geçemeyeceğim, Wacken’da gündüz 35 derece olan hava sıcaklığı akşamları 7-8 dereceye kadar düşmekteydi.
Ardından günün headlinerları sırasıyla Mercyful Fate ve Judas Priest geliyordu. Kendi adıma özellikle Mercyful Fate, nihayet canlı yakalamayı başardığım için ayrıca mutluluk veren tarihi bir olaydı. Yine efsanevi bir setlist ve sahne şovuyla izleyici gürünü mest ettiler. Her iki grupta da alanın dört bir yanına dağılmış dev ekranlar ve inanılmaz temiz bir ses sistemi mevcuttu ve izleyici sayısı tahmin yürütemeyeceğim kadar fazlaydı. Meraklıları için Wacken’in youtube kanalında kayıtlar hala yer alıyor.
2.Gün
Uyanıp kahvaltı edip epeyce sallandıktan sonra ana sahnelerin olduğu kısıma doğru yollanıyoruz. Güne başladığımız ilk grup Lacuna Coil sahnede oldukça hareketliydi ve Comalies albümünden şarkılara da yer vererek büyük nostalji yaşattı. Lacuna Coil’den sonra görece daha küçük sahnelerin olduğu alana yönelip Nergal’in yan projesi olan Me and That Man’ı izliyoruz. Sanırım önceki günün yorgunluğunun ardından müzikal olarak -bana çok hitap etmese de- iyi geliyor. Görünen o ki Nergal bu projesine son derece angaje olmuş bir durumda ve epeyce önemsiyor. İlginç bir sahne şovu izledik.
Belirtmeden geçemeyeceğim ki festivalin ikinci günü ortalama bir extreme metal dinleyicisi için adeta yıldızlar geçidi gibiydi. Cattle Decapitation ve Blood Incantation gibi öncü grupları ön saflardan izleme şansımız oldu. Ne yazık ki ortalama bir Wacken izleyicisinin maalesef fazla rağbet etmediği konserler oldu, son yıllarda festivalin giderek popüler hale gelmesi ve büyümesi izleyici kitlesini de büyük oranda etkilemişti. Ancak görece erken saatte çalan gruplar olarak güne haliyle son derece ağır, sert ve gaz bir başlangıç yaşattılar.
Aslında artık yorgunluktan ölmek üzere olsam da akşam yeni başlıyordu ve Behemoth sahne almak üzereydi. Defalarca izlemiş olduğum bir grup olduğu için önlere gitmekle uğraşmayıp genellikle dev ekranlardan seyrettim, yanısıra tabii enerji depolamak ve sonraki konserlere yetişebilmek için iyi bir şanstı. Çok büyük bir seyirci kitlesi vardı, her yer hınca hınç doluydu. Nergal sosyal olaylarla da ilgili bir insan olduğundan Ukrayna’ya desteklerini iletmekten geri durmadı ve savaşa ilişkin mesajları seyirci tarafından da büyük destek gördü.
Böylece sıradaki black metal efsaneleri Venom için yeterince enerji toplamış olduk. Grup Black Metal, Welcome to Hell ve Countess Bathory gibi ikonik şarkılarını da çalarak Wacken’a damgasını vurdu. Hiçbir kayıt almadığım, fotoğraf çekmediğim ve kendimi sadece sahneye odakladığım muhteşem bir konserdi.
Biraz rahatlamak adına sonrasında Tribulation sahnesini izledik, birkaç şarkıları haricinde çok hazzetmesem de performansları görülmeye değerdi, nitekim kendilerini sonuna kadar izlettiler. Dekor ve ışık anlamında da ciddi derecede uğraşılmış bir etkinlik olduğunu söyleyebiliriz. Sonrasında Wacken alanının taa diğer ucunda sahnede alacak olan Moonspell’e koştuk. Kendilerinin bir fani olarak çok objektif bir yorumda bulunamayabilirim ama her zamanki gibi çok iyilerdi. Ancak ses sistemindeki sıkıntılar sebebiyle çok seyirci kaçırdılar, neden böyle bir sorun yaşandığını bilemiyorum , gerçektende de soundları yer yer rahatsız ediciydi mesela vokal çok iyi duyulamıyordu.
Gördüğünüz üzere son derece yoğun geçmiş olan ikinci günü kapattığımız grup iki kişilik dev kadrosuyla Mantar oldu. Bremen çıkışlı grup özellikle Almanya’da ve sanırım son zamanlarda Türkiye’de de hatırı sayılır bir izleyici kitlesine sahip. Eğlenceli ve bir o kadar da sert bir sounda sahiptiler ve gecenin o saatinde kitleyi kendilerine çekmeyi başarmışlardı.
3.Gün
Son gün olmasının verdiği inanılmaz yorgunlukla çadırı terk edip alana doğru yol almam bayağı bir sürdü. Açıkçası fazla ilgimi çeken grupların olmadığı bir gündü ama yine de boş geçirmek olmazdı.
Ekstrem metalin öncü grubu Hate muhteşem bir sahne performansına imzasını atıyor. Polonyalı death metal grubu daha ziyade durağan bir konsept dahilinde sahne performansına hazırlanmış gibiydi ve seyirciyle iletişimi azdı. Ancak özellikle davul ve bas gitar performansı takdir edilesiydi.
New Model Army’yi ne yazık ki sadece kısaca durup izleyebildim çünkü Arch Enemy ile çakışıyordu ve sahnelerin arası birbirine gerçekten çok uzaktı. Yıllardan beri takip ettiğim ve gerçekten çok sevdiğim bir grup olan New Model Army, Wacken Open Air festivalinin grup listesinde diğer topluluklara göre nispeten farklı bir tür icra ediyor. Folktan punk rocka uzanan geniş bir skalada olan soundları bazı kaynaklarda post-punk olarak da adlandırıyor. Yılların verdiği deneyim, pandemi sonrası heyecanı ve kaliteli sound ile buluşunca ortaya gerçekten müthiş bir sahne performansı çıkıyor. Tadı damağımda kalarak ve çok çok üzülerek Arch Enemy’ye geçiyorum.
Arch Enemy ise son yıllarda, özellikle Angela Gossow’un ayrılmasının ardından, müzik piyasasında oldukça sistemli ve aktif bir biçimde promosyonu yapılageldiğinden soundlarından tutun da sahnedeki davranışlarına, hal hareketlerine kadar mainstream bir hal almış durumda. Popüler olanı kötülemek değil amacım kesinlikle, ama bu denli hunharca „pazarlanan“ ve her şeyin bir paket program dahilinde sunulduğu performanslar bir süredir bana keyif vermez oldu. Alanın tıka basa dolu olduğunu sanırım söylememe gerek yoktur. Ancak önceki günlerde izlediğim performanslardan sonra bana aşırı mekanik ve yer yer sıkıcı gelen bir konserdi. Hayranları kızmaz umarım ama New Model Army’de kalmadığımız için fazlasıyla pişman oldum.
Arch Enemy’nin ardından tarzları bana hiç hitap etmese de sırf sahnelerini görebilmek için Infected Rain’e uğruyorum. Seyirciyi coşturmayı iyi bilen bir grup olduğunu söylemek mümkün. Ancak şarkılarını çok bilmediğim için fazla yorum yapmam doğru olmaz 🙂 Yorgunluktan bayılmak üzere olduğum halde ilgiyle izlediğim bir etkinlik oldu, ancak sonuna kadar beklemeyerek hızlıca Death Angel sahnesine yollandım.
Wacken Open Air’in bu seneki altın vuruşunu izlediğimiz son performans olarak Death Angel ile yapıyoruz. Gece gece tüm o yorgunluğumuzdan bir gram bile eser bırakmayan, jilet gibi cayır cayır bir sahne ve enerjiyle setlerini tamamlıyorlar. O kadar geç saate konulmasını biraz gruba yapılmış bir haksızlık gibi görebiliriz ancak Wacken seyircisi büyük oranda oradaydı ve ölümcül rifflere eşlik ederek grubu yalnız bırakmadı.
Sonrası ise malumunuz, biraz daha alanda takılıp insanlarla muhabbet ettikten sonra çadırda uyku moduna geçiyorum. Ertesi gün ise klasik çadırları, tası tarağı toplayıp eve yollanma fasılları. Adettendir, arabayı çalıştırdıktan sonra çadır alanında kalmış olan kitleye son kez „Wackeeen“ diye böğrülmek suretiyle bu yılki Wacken’in da sağ salim sonuna gelinir, önümüzdeki yıl nelerin yapılıp yapılmaması gerektiği konusunda bir kez daha dersler alınır ve evin yolu tutulur. 🙂
Sonuç:
Her yıl uğramadan geçmediğimiz, Wacken köyünün dönercisine bu sene de gidiyoruz. Pandemiye rağmen ayakta kalmaları açıkçası oldukça sevindirici. Festival ziyaretçilerinin de uğrak noktalarından birisi, içerde sırf festivali izlemek için kalkıp Almanya’ya gelen yaklaşık yirmi kişilik bir Kolombiyalı grubu vardı. Her neyse, çalışanlarla klasik geyiğe sarıyoruz, bu sene muhtemelen ekonomik kriz dolayısıyla Türkiye’den gelen çok az insan olduğunu söylüyorlar. Kendilerine bir kez daha sevgiler, saygılar 🙂
Alanda satılan yiyecekler Avrupa standartları bazında düşünüldüğünde dahi pahalıydı. Örnek verecek olursak patates kızartmasının 6,90 euro, kesilmiş bir kavun diliminin 10 euro, sosisli sandviçin 8 euro olması gibi konular pek çok katılımcı tarafından eleştirilmekteydi.
Eleştirilen başka bir husus, festivalin başlangıç gününden bir önceki güne organizasyon ekibinin „Wacken Wednesday“ adında ayrıca bir etkinlik koymuş olmasıydı. Bu etkinlikte Epica, Avantasia ve Gloryhammer gibi gruplar yer almaktaydı ve bu etkinlik, asıl festivale dahil olmadığı için giriş için ayrıca 66 euroluk bilet almak gerekiyordu. Ayrıca adını saydığım grup isimleri Wacken Open Air sayfasındaki line-up kısmında (farklı renklerde de olsa) yazılmıştı ve yanıltıcı bir görüntü oluşturmaktaydı.
Söz konusu organizasyona (Wacken Wednesday) bilet alarak gelip, festival güruhunun oluşturduğu sırada beklemek zorunda kaldığı için izlemek istediği grupları kaçıran ve para iadesi isteyen bir gençle de ufak bir sohbetimiz oldu. Aralarında neyse ki ilgimi çeken bir grup olmadığı için bende bir mağduriyet yaratmadı ancak festivalde gerçekten o grupları izleyeceğini düşünerek gelmiş olan insanlar vardı. Bu anlamda, her ne kadar pandemi döneminde organizasyonun zarar etmiş olduğunu düşünsek de, festival organizasyonunun sıklıkla eleştirildiğine tanık oldum.
Sahnelerin önündeki alanda da belli aralıklarla güvenlik çemberi vardı ve aralık bırakılmış olan yerlerden kontrol edilerek geçmek gerektiği için sürekli sıraya girmek gerekiyordu, yani sevdiğiniz bir grubu en önden izlemek için en az iki yerde sıra beklemeniz gerekiyordu. Bu anlamda mesela bir sahneden diğerine geçmenin de ne kadar çok vakit alacağını sanırım tahmin edersiniz.
Olumlu olarak değerlendirebileceğimiz bir yenilik „Cashless Payment“ adı verilen çiplerdi. Bu çipler festival bilekliklerinizin üzerine takılı vaziyette olduğundan kaybetmeniz pek olası değil, ve yanınızda cüzdan, çanta ya da nakit taşımak zorunda kalmamanız açısından oldukça pratikti. Çipe para yüklemek için telefonunuza bir app yüklüyorsunuz ve paypal ya da kart numaranız üzerinden rahatça yükleme yapabiliyorsunuz. Bazı yurdum festivallerinde olduğu gibi bir „minimum tutar“ ya da „çip ücreti“ saçmalığı yok, içeride kalan paranızı festivalden sonra tamamıyla geri alıyorsunuz. Ancak çalışanlara bahşiş vermek istediğinizde sistem üzerinden ne yazık ki mümkün olmuyordu ve bu yüzden bazı katılımcılar yanlarında yine de bir miktar nakit para taşımaktaydı. İlk bakışta belki saçma gelse de bu durum Almanya gibi bahşiş kültürünün baskın olduğu ülkeler açısından büyük önem teşkil ediyor.
Festival alanında yeterli miktarda üstü kapalı ve gölge alan olması, içme suyunun ücretsiz olması gibi güzellikler de festivalde hayatımızı kolaylaştırıyordu. Yiyecek fiyatlarının pahalılığından etkilenmek istemeyenler ihtiyaçlarını alandaki marketten veya Wacken kasabasının kendi süpermarketinden rahatça karşılayabiliyordu, Zira çadır alanına her türlü yiyecek ve içecek sınırsız miktarda sokulabiliyor, hatta çadır alanında kendi yemeğinizi (mangal, gazlı ocak vs. gibi teçhizatınız yanınızda varsa) pişirebiliyorsunuz. Alkollü içeceklerin çadırda ısınmaması için ise soğutucu çantalar ya da ufak bir buzluk epeyce iş görüyor.
Tüm yapılan eleştirilere rağmen şahsen her gittiğimde çok eğlendiğim ve bir sonrakini büyük bir heyecanla beklediğim bir festival olmaya devam ediyor Wacken Open Air. Bu anlamda line-up daki metal bile olmayan bazı gruplar, kalabalık sebebiyle önüne geçilemeyen bazı sorunlar filan beni çok bağlamıyor. Çünkü efsane grupları dünyanın en iyi ses sistemleriyle kanlı canlı izleme fırsatını ediniyor, bunun haricinde kafanızı nereye çevirseniz ilginç bir şeyler buluyorsunuz. VIP alanından sızan 25-30 kadar „zombi“, apocalypse denemesiyle bir anda sizi sıkıştırıp korkutabiliyor mesela 🙂
Adı grup listesinde olmayan Amon Amarth bir anda sürpriz konserle karşınıza çıkabiliyor. Ayrıca bu festivalde bir klasik olarak dünyanın dört bir yanından gelmiş „sizin gibi“ insanlarla tanışıp fikir alışverişi yaparak asla unutamayacağınız anılarla evinize dönüyorsunuz. Fırsatınız varsa bence düşünmeden gelin, pişman olmayacaksınız.
Wacken 2023 Kadrosu Belli Oldu!