BlogÖne Çıkan

PartySan Metal Open Air 2023 İzlenimleri

Ekibimiz bu yazı boş geçirmemeye kararlı... Murat ve İdil Partysan Metal Open-Air'deydi... Bakalım neler yaşamışlar Murat'ın kaleminden sizlerle...

Ve işte, iki ay aradan sonra yeni bir festival yazısı bu sayfadaki yerini alıyor.

Bu seferki durağımız ise Almanya’da 1996 yılında mini bir festival olarak başlayıp, 2023 yılına gelindiğinde üç gün süren ve elliden fazla grubun sahne aldığı PartySan Metal Open Air Fest’ti.

Polonya Gdańsk’taki Mystic Fest’ten yarım kalan işleri tam halledemeden (yola çıkarken festivalin kritik yazısını yeni yazmış, fotoğraf editleri ise daha bitirememiştim) iki aylık aradan sonra bu sefer yolum, birkaç aydan beri planlarımda yer alan PartySan’a düştü. Arkadaşlarımdan bazıları tercihlerini Çekya’daki Brutal Assault’tan, bazıları ise Wacken’dan yana kullanırken, Brutal Assault’a daha önce katılmış olmam (bkz. Brutal Assault 2019) ve farklı bir yerleri görme isteğimin ağır basması nedeniyle tercihim PartySan’dan yana oldu. Özellikle bu yılki “Wacken Faciası”ndan sonra ne kadar doğru bir karar verdiğimi, paylaşılan fotoğraf ve haberler sayesinde görmüş oldum.

Öncelikle PartySan’dan biraz bahsetmek gerekirse; yukarıda da değindiğim gibi, 1996’dan beri aralıksız düzenlenen, Almanya’nın ve Avrupa’nın önemli festivallerden bir tanesi. Bu yıl iki sahnede toplam 58 grubun sahne aldığı ve üç gün devam eden güzel bir organizasyon. Festivalin düzenlendiği alanın eski bir askeri havaalanı olması, çoğu bölgesinin asfalt ve beton kaplı olması, son günü biraz da olsa yağmur yağmasına rağmen bizi Wacken gibi çamurla boğuşmak zorunda bırakmaması büyük bir artıydı. Alanın da oldukça geniş, sahneler arası mesafenin kısa olması, yiyecek içecek seçeneklerinin bol ve nispeten hesaplı olması da mutlu eden detaylardı.

Partysan-Metal-Open-Air-2023
Partysan-Metal-Open-Air-2023

Yola Çıkış

PartySan’ın gerçekleştiği Schlotheim kasabası (köy de diyebiliriz sanırım), ülkemizden katılacaklar için biraz kötü bir noktada bulunuyor. Ülkemizden direkt uçuşların olduğu Frankfurt, Berlin, Hannover, Leipzig’in tam ortasında…

Benim tercihim, saatlerin ve fiyatının da uygun olması nedeniyle Frankfurt üzerinden aktarmalı ulaşım oldu (son iki ay kala ve yaz sezonunun ortası olduğu için ne kadar uygun olur, artık tahminleri size bırakıyorum). Havaalanında, maalesef son yıllarda artan iltica olaylarına karşı önlemler ve denetimler oldukça fazla. Bu yüzden yanınızda konaklama bilgilerinin, dönüş bileti ve festival biletinizin birer çıktısının bulunmasında fayda var (pasaport polisinin sorma ihtimali yüksek). Bu aşamadaki ahiret sorularını da sorunsuz ve sinirlenmeden geçtiğinizi varsayarak, gelelim şehir merkezine nasıl ulaşılacağına.

Yukarıdaki sorunun cevabı; elbette tren veya metro ile. Ancak Almanya’ya gelmeden önce şu sayfadan 49 Euro’ya bir adet aylık Deutschland-Ticket satın almak hayati öneme sahip. Daha sonrası ise Deutsche Bahn’ın uygulamasını indirmek ve gitmek istediğiniz istasyonu uygulamaya yazmak. Deutschland-Ticket uygulamasının ne kadar süreyle devam edeceğini bilinmez ama fiyatının kat kat fazlasını hak eden bir hizmet olduğunu söyleyebilirim. Normal şartlarda Almanya içerisinde ulaşıma 300 Euro’dan fazla bütçe ayırmam gerekirken, 49 Euro’ya bunun üstesinden gelmek sevindiriciydi. Yalnız tek kötü tarafı, sizin gibi daha hesaplı seyahat etmek isteyenlerin sayısında patlama yapmış olması. Çoğu trende Beylikdüzü-Zincirlikuyu hattı sabah metrobüsü gibi bir kalabalıkla karşılaşabilirsiniz ve artık o kadar kusur kadı kızında da olur diyerek Frankfurt’ta bulunduğunuz süre içerisinde nereleri gezip, nereleri görebileceğiniz konusuna geliyorum.

Romerberg Center
Romerberg Center

Gönül isterdi ki, paragraflarca yazayım ama maalesef Frankfurt bir plazalar ve iş merkezleri şehri. Gezilebilecek tarihi ve turistik yerler iki elin parmakları kadar. Şehrin büyük kısmı İkinci Dünya Savaşı’nda tahrip olduğundan dolayı da birçoğu aslına uygun restore edilmiş yapılardan oluşuyor. Bunlardan bazıları; her Avrupa şehrinde bulunan old townlardan biri olan Römerberg Meydanı (Frankfurt gibi büyük bir şehir için bence ufak bir meydan), içerisini gezmeye fırsat bulamadığım ama gotik mimarinin güzel örneklerinden birisi olan Frankfurt Katedrali ve Alman yazar, siyasetçi, şair, oyun yazarı, doğa bilimci Johann Wolfgang von Goethe’nin aslına uygun restore edilmiş müze evi, Alte Oper (Eski Opera Binası), Eiserner Steg (Eski Köprü) ile yanında güzel bir yürüyüş parkuru bulunan park, gezip görülebilecek yerler arasında

Old Bridge Frankfurt
Old Bridge Frankfurt

PartySan’a Ulaşım Nasıl Sağlanıyor?

Yukarıda da bahsettiğim gibi, festivalin düzenlendiği Schlotheim Askeri Havaalanı, büyük şehirlere uzak ancak ulaşımın çok seçenekli olduğu bir noktada yer alıyor. Deutschland-Ticket’iniz sayesinde zaman sınırlamanız da yoksa trenler arasında sınırsız aktarma ile etrafı izleye izleye yolculuk yapıp, Schlotheim öncesinde son durağımız olan Mühlhausen istasyonuna ulaşabilirsiniz (yalnız bir uyarı notu olarak, bizdeki YHT benzeri ICE logolu trenlerde Deutschland-Ticket uygulaması yok maalesef). Frankfurt’tan seferlerin iptal olmadığını veya rötar yapmadığını varsayarsak yaklaşık dört saatlik bir yolculuk yapıyorsunuz. Kasaba, konaklama seçenekleri olarak kısıtlı bir bölge ne yazık ki, konforuna düşkün müzikseverlerin aylar öncesinden rezervasyon yaptırmasında fayda var. Bizim için ise son ana kadar çadır seçeneği ağır basarken, kısa süre kala Airbnb’den konaklayacak yer bulmamız büyük bir şanstı. Çoğu zaman tek başıma katıldığım festivallerden farklı olarak, bu kez Extreminal’den yazılarına, albüm kritiklerine, röportajlarına, canlı yayınlarına aşina olduğunuz İdil ile birlikte grupları izleyip, notlar aldık ve kritiklerini yaptık.

1. Gün (Yol Yorgunları)

İdil ile istasyonda buluşmamızdan sonra, konaklayacağımız yere vardığımızda saat öğleden sonra 2’yi geçiyordu. Benim iptal olan tren seferi, her istasyonda yoğunluk yüzünden kaybedilen dakikalar, Almanların “bir sürü insan dışarıda kaldı, iki adım yana atayım da onlar da binebilsinler” diye düşünmeyip, tuhaf tuhaf kapıda olan biteni izlemeleri yüzünden, dört saat kadar görünen yolculuk beş saati geçti. Bunca saat yolculuk ve öğle sıcağının etkisini atlatmak için mola vermek şarttı. İlk gruplar kaçacaktı ama gecenin sonunu görmek daha önemliydi.

Festival Alanına Ulaşım Ücretsiz Değildi!

PartySan’ın uygulamasında grupların sahne saatleri, gruplar ile ilgili bilgiler, festival ile ilgili sıkça sorulan sorular gibi bilgilerin yanı sıra servislerin Mühlhausen tren istasyonundan festival alanına gidiş ve dönüş saatlerinin de bilgisi vardı (buna özellikle dönüş saatlerinde pek uyulduğunu söyleyemeyeceğim). Normal şartlarda ücretsiz olur diye beklediğimiz, yaklaşık 30-40 dakika kadar süren transfere her gün için gidiş-dönüş ücreti olarak 15 Euro ödedik.

İlk gün, sanki bütün evren birleşmiş “ikinizin daha ne kadar geç kalmanızı sağlarız” diye sözleşmiş gibiydi. Festival alanına az bir yol kala servis otobüsünden dumanlar yükselmeye başladı. Sanırım iki gündür yoğun sefer sayısına dayanamayan otobüs “benden buraya kadar” diyordu. Az miktarda olan mekanik bilgime dayanarak (yanlış da olabilir tabi) otobüsün fren balataları bitmiş, ekibin “gittiği yere kadar götürse yeter” anlayışıyla yola çıkmıştık.

Kalan az mesafeyi de her virajda “Scheiße” diyen otobüsümüzle kat ettikten sonra alana ulaşmayı başardık.

Nile
Nile

Giriş işlemlerinde de bazı sorunlar yaşayınca Tribulation’a yetişme planlarımız suya düştü ne yazık ki. Benim ucu ucuna kaçırmış olduğum ikinci Tribulation konseri olarak anılarımdaki yerini almış oldu. Günün izleyeceğimiz ilk konseri ana sahnedeki Nile konseriydi. Ülkemizde bir zamanalar festivaller düzenlenirken Morbid Angel, Kreator ile birlikte konser verecek olan Nile’ın konseri saatler kala iptal olmuştu, bu hayal kırıklığından yıllar sonra kısmet Almanya’da izlemekmiş diyerek fotoğrafçılara ayrılan sahne önündeki bölümdeki yerimi aldım. Nile, Sacrifice Unto Sebek ile gümbür gümbür bir giriş yaptı, benim favorim Kafir ile devam edip kendilerine ayrılan bir saatlik sürede sonraki iki efsane Deicide ve Obituary öncesi katılanları iyice havaya soktular.

Artık akşam karalığı çökmüş, sahne önüne yığılan tüplerden faydalanma zamanı gelmişti. Günün izlediğimiz ikinci grubu Deicide, bol alevli şovuyla belki de günün en iyi performansını gösterdi. Bugün yine yıllar önce talihsizlik yüzünden izleyemeyip, burada izleme şansını elde ettiğim ikinci grup da Nile’dan sonra Deicide oldu. Legion albümü baştan sona çalıp, bir de üzerine üç parça da Once Upon A Cross albümünden ekleyince fanlarına güzel bir nostalji gecesi yaşattılar. Gecenin bizim için son grubu (ancak Tentstage’de gece 1’den sonra Metal Disco’ya dönüyordu. Müzik, gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam ediyordu. Bundan ayrıca bahsedeceğim) Obituary’di.

Obituary
Obituary

Festivale katılan death metal gruplarının neredeyse tamamı ABD menşei olması, hatta ülkenin yerli gruplarından çok ABD’li grupların sahne alması da ilginç bir istatistikmiş diye düşünürken, Obituary sahneye yoğun tezahüratlar eşliğinde çıktı. Günün en kalabalık konseri de bu konserdi. Benim ve güvenliklerin en çok zorlandığı konser de sanırım Obituary konseriydi. Sahne önünde fotoğrafçılara ayrılan yerde bir objektifin sığacağı yer bulmak bile zorken, güvenliklerin olduğu bölüme ise, crowd surfing yapanların birisi geliyor birisi gidiyordu. Orta kısımda da mosh pit bitiyor, wall of başlıyor, wall of death bitiyor mosh pit başlıyordu. Obituary, son albümleri Dying Of Everything’ten altı olmak üzere toplam on beş parça çalıp sahneden indi.

Gecenin sonunda o kadar enerjiyi nereden bulduklarını hala kestiremediğim yüzlerce kişi Tentstage’e geçiş yaptı. Sahnedeki Dj’in de setlisti gerçekten şahane ötesiydi, kabul etmek gerekir ama bizdeki enerjinin sonu Obituary konseriyle bitmişti. Yarın belki biraz daha fazla kalırız diye festival alanından ayrılırken, gecenin o soğuğunda dumanlı otobüsümüzü bekliyorduk.

2. Gün (Bu da Eksik Kalmasın Derken…)

İkinci güne geçmeden önce biraz festival ortamından bahsedeyim. Yukarıda da bahsettiğim gibi festival alanı, Mühlhausen tren istasyonuna 30-40 dakika uzaklıkta ve servis saatleri gün içinde ortalama iki saat aralıklarla, gece son konserden sonra gece 1:30 gibi dönüş vakti olarak belirlenmiş. Tabi Almancası olanlar için şoför hareket saatlerinde herhangi bir değişiklik olursa anons yapıyor. Festival alanı oldukça geniş, çoğu bölge beton ve asfalt kaplı. Katılacaklar için, yağmur sonrası bataklığa dönüşmüş yerler görmeniz pek mümkün değil. Merch stantları oldukça fazla, hatta şu zamana kadar katıldığım tüm festivallerdeki en fazla stant PartySan’daydı. Tişörtler ortalama 20-25 Euro civarında, sadece grupta bulunanların aile bireylerinin adını bildiği, en undergraund olanların bile merchlerini bulmanız mümkün. Yüzükler, kolyeler, patchler, plaklar, cdler, kasetler, hediyelik eşyalar vs. aklınıza ne gelirse… Bizim bu konudaki tek talihsizliğimiz; resmi PartySan tişörtü satın almakta gecikmiş olmamız, ilk gün tamamen tükenmişti.

Her ne kadar festival öncesi “kartla ödeme olacak, nakit kullanılmayacak” diye duyuru yapılsa da sanırım bazı problemler yüzünden alışverişler nakit olarak yapılıyordu. Yeme içme konusu ise katıldığım çoğu festivalden iyiydi (tabi bir tık pahalıydı) Bir klasik olan pizza, burger, wrap ve ekmek arası envai çeşit şeyin yanında, Uzakdoğu mutfağı, Hint mutfağı, hatta Afgan mutfağının örnekleri bile vardı. Ortalama fiyatlar 5 Euro ile 10 Euro arasında değişiyordu, içecek fiyatları ise 3-4 Euro arasındaydı. İkinci günün bizim için güzel gelişmesi, VIP alanını bulmamız oldu. Bir önceki günkü koşturmacası esnasında göremediğimiz VIP alanını ufak bir araştırmadan sonra keşfettik. Konser aralarında dinlenebilecek, içecek ve tuvalet sırası beklememek, biraz daha yüzünü gösteren güneşten korunabilmek hazine değerindeydi.

İkinci güne, yola çıktığımız dumanlı otobüsümüzün yolun ortasında artık bizimle devam edemeyeceğini ilan etmesiyle başladık. Neyse ki fazla beklemeden yedek otobüslerden birisiyle alana fazla gecikmeden ulaşabildik. Günün ilk konserini Avustralya’dan benim uzun zamandır izlemeyi umut ettiğim melodik death grubu Be’lakor’du. İlginçtir, yıllardan beri harika albümler üreten (Stone’s Reach ile Vassels’ı hala ara ara severek dinlerim) bir türlü istenilen çıkışı yakalayamayan bir grup olarak devam ediyorlar. Günün erken saatine alınmaları da bence doğru bir karar da değildi ama onlar da pek seyirciyle diyaloğa girmeden “işimizi yapalım da gidelim” tarzında çalarak sahneden indiler. Bu arada Tentstage’de diğer grupların konserleri devam ediyordu ancak ses sistemi bu organizasyondan beklenmeyecek kadar kötü ve ana sahnedeki konserlerin çoğuyla kısa süreli de olsa çakışması, bizi ana sahne çevresinden pek ayrılmamaya itti.

Be’lakor sonrası sahneye Almanya’dan death metal grubu Endseeker çıktı. İki gündür aralıksız death metal dinlemenin ve artık 30°C leri geçen sıcağın da etkisiyle sadece fotoğraflarını çekip, gölge bir yerde biramı içip, grubu dinlemenin daha iyi bir fikir olduğuna karar verdim ama şunu söyleyebilirim ki; ne kadar ismini çok duymasak da Endseeker’ın Almanya’da çok fazla seviliyor, onlar da bu sevgiye parça aralarında seyirci ile bol bol sohbet ederek karşılık verdiler.

Endseeker sonrası sahne sırası Yunanistan’dan Yoth Iria’ya gelmişti. Bizim alkol ve yemek molamız hala devam ederken, onlar sahnede çalıp söylemeye devam ediyorlardı. Gerek logoları, gerek soundları ile hemşerileri Rotting Christ’i oldukça andırıyorlar. Vokalin sahnedeki teatral havası, dansları da grubu Rotting Christ’tan ayıran şeyler sanırım. 45 dakikalık gösterilerini tamamlayıp, yerlerini daha iki ay önce izlemiş olduğum Kanonenfieber’e bıraktılar.

Kanonenfieber daha önce de Polonya’da izlemiş olduğum şekilde, sahneyi dikenli teller, kum torbalarıyla donatıp ve yine cızırtılı pikaptan duyulan Almanca cümleler eşliğinde sahneye çıktılar. Yine oldukça hızlı parçalar ile dünya savaşına katılmış askerin psikolojisini yansıtmaya çalışan vokalin, kâh seyirciyi ateşlemesi kâh cephede artık çıldırmanın eşiğine gelmiş askerin durumunu anlatan sahne şovuna ayrıca bol bol top, tüfek seslerinin yanında alevler de eşlik etti. Kanonenfieber, bu sefer de büyük bir kalabalığa kendini izletmeyi başarmış oldu.

Günün diğer bir black metal grubu yakında ülkemiz sınırları içerisinde ilk konserini verecek olan Urgehal’di. 2012 yılında ölen grubun kurucusu Nefas adına devam eden turne kapsamında PartySan’a da uğramış oldular. İlk iki parçayı seslendiren vokal daha sonraki parçalarda yerini farklı bir vokale bıraktı. “Vardiyalı vokal” durumunu da ilk kez görmüş oldum böylece ama sahneye ilk çıkanı daha çok beğendiğimi itiraf etmeliyim (“M. Sorgar” Metallum notu)

Yoth Iria
Yoth Iria
Midnight
Midnight

Sırada, Danimarka’dan eskilerden bir death metal grubu olan Illdisposed vardı. Danimarkalı olduklarını logolarından haykıran grubun vokali bol bol Almanca konuştu ama İdil’in dediğine göre bol aksanlı ve kötü bir Almancaymış. Takip etmediğim bir grup olduğundan sadece fotoğraflarını çekip, birkaç parçalarını dinledim.

Bugün asıl beklediğim grup ise, Midnight’tı. Brutal Assault’ta gecenin 1’inde yorgunluktan bitap düşmüşken ahlar vahlar eşliğinde çadırıma uyumaya giderken kaçırmış olduğum Midnight yıllar sonra Çekya’nın komşusu Almanya’da izleyecektim. Son dönem popüler olduğu üzere sadece siyah maskeler ve çıplak vücut üzerine giydikleri deri ceketler ile sahneye fırladılar ve black’n roll’un ne kadar güzel bir şey olduğunu bizlere gösterdiler. Bence günün saat olarak yanlış tercihlerinden birisiydi. Dying Feus ve Hypocrisy’den önce çıkıp ortalığın tozunu atabileceklerken, erken bir saatte sahneye çıkmışlardı. İşin aslın ben ve binlerce izleyen de kendilerine ayrılan 45 dakikayı yetersiz bulmuşlardır.

Tam da bu esnada ana sahnedeki Mantar konserinin grubun yaşadığı sağlık problemleri sebebiyle iptal olduğuna dair bildirim uygulama ve instagram hesabı üzerinden katılanlarla paylaşıldı. Yerini ise, Tentstage’de son grup olarak sahneye çıkması planlanan Grave Miasma alıyordu. Bizim için ise Decapitated, artık üzerimize çöken yorgunluğun da etkisiyle şöyle bir izleyip geçtiğimiz gruplardan birisi oldu (Dying Fetus ve Hypocrisy’ye kadar enerjimizi tasarruflu kullanmalıydık) Grave Miasma konserine kadar yaklaşık bir saatlik boşluğu, VIP bölümünde dinlenmeye ayırdık. Grave Miasma, sanırım kariyerlerinin en kalabalık konserlerini PartySan’da vermiş oldular. Pandemi öncesi İstanbul’da 200-300 kişilik toplulukla izlediğim grubu, binlerce kişi arasından izlemek farklı bir deneyim oldu. Kıpkırmızı sahne ışıkları altında, vokalin bol ekolu sesi eşliğinde bir saatlik güzel bir sahne performansı sergilediler.

Heyecanla beklediğimiz Hypocrisy’den önceki son grup bir zamanlar İstanbul’da da ağırladığımız ama kötü ses sistemi yüzünden çoğunluk için hayal kırıklığı bir konser olan Dying Fetus’tu. Sahneye çıkmadan önce intro olarak, bir death metal grubundan pek beklenmeyecek şekilde benim de pek sevdiğim gruplardan Thin Lizzy’den The Boys In Back Town’ı çaldılar. One Shot One Kill ile açılışı yapıp dur durak bilmeden (aralarda tekrar burada olmaktan ne kadar mutluluk duyduklarını söylemekten ve ne kadar muhteşem seyirci kitlesi olduğumuzu da ekleyerek) her albümlerinden birer ikişer parça ile kusursuz çalarak sahneden indiler. Grup, asıl bombayı ise sona saklamış. Kapanış ise, 70 ve 80’li yılların funk efsanesi Kool And The Gang’ın Celebration’ı ile oldu. Beş dakika önce headbang yapanların dans etmeleri çok güzel görüntüydü (Çiftetelli çalsa ortama uyum sağlayıp, göbek atacak bir kitle ile konser izlemek harika bir duygu)

Hypocrisy
Hypocrisy

Günün kendi adıma en çok beklediğim konseri ise; Hypocrisy’ydi. Daha önce bir kez izleyip hayran kaldığım grubu yıllar sonra, üstelik bu sefer sahne önünden fotoğraflarını da çekip tekrar izlemek için sabırsızlanıyordum. Açılışı da Fractured Millenium’un yeri göğü inleten klavye girişiyle yaptılar.

Peter Tagtgren ise sanki elli yaşının üzerinde, yaşını başını almış bir müzisyen değil de daha yolun başında gencecik bir metalheadti.. Enerjisine hayran olduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Eraser, Roswell 47, War-Path gibi klasikleri sıralayarak bir saatten fazla sahnede kaldılar. Bence günün en iyi konseriydi diyebilirim (Midnight’a da ikinciliği verebiliriz)

Konser sonrası Mühlhausen dönüş için otobüsümüzü beklemek için durağa gittiğimizde, ilk seferi yapan otobüsün dolu olduğunu ve hareket etmek üzere olduğunu gördük (aslında Almanlar yine “ben otobüsteyim ya kalanlar beni ilgilendirmez” demişler, yer yer boşluklar olan otobüs yola çıkmak için hazırlanıyordu). Biz de bir sonraki sefere kadar olan bir saatlik boşluğu dün kararlaştırdığımız gibi Metal Disco’da, Dj’in Emperor, Dissection, Watain seçkilerini dinleyip, biralarımızı yudumlayarak değerlendirdik.

3.Gün (Her Güzel Şeyin Sonu)

Festivalin son günü telefonumun hava durumu tahminlerine göre sağanak ve gök gürültülü yağmur, PartySan’ın uygulamasına göre de hafif yağmur geçişi gösteriyordu. Acaba hangisinin tahmini tutacak diye işimizi şansa bırakmaktansa, en kötü olasılığa karşı tedbirimizi aldık. Yağmurluk, bot, fotoğraf makinesi için su geçirmez kılıf, yedek kıyafeti sırt çantama doldurup yola çıktık. Alana vardığımızda Spectral Wound’un son üç parçasına yetişebildik. Beş saatlik uyku, nemli hava, iki günün yorgunluğu saatler ilerledikçe artık iyice hissedilir hale gelmişti.

İlk defa izleyeceğim bir diğer grup ise, Avusturya’dan post black metal grubu Ellende’ydi. Bol bol melankoli barındıran albümlerini hala severek dinlediğim grup, tam da temalarına uygun bir şekilde kara bulutlar ve yağmur altında sahneye çıktı. Ancak doğruyu söylemek gerekirse canlı performansları pek tatmin etmedi beni, sanırım dinlediğim albümlerine göre beklentim çok daha fazlaydı. Bitirelim de biralarımızı yudumlayalım tadında bir performansları oldu.

Ellende
Ellende

Uygulamadan baktığımızda sıradaki grubun Singapurlu olduklarını öğrendiğimiz black/death metal grubu Impiety olduğunu öğreniyorduk. 90’ların başından beri faal şekilde müzik yaptıklarını da ayrıca öğrendiğimiz grup, bol alevli ve gayet iyi bir performans sergilediler.

Sahne sırası, benim izlemeyi çok istediğim hatta “sırf onlar için bu festivale gidilir” bile dediğim ama daha sonrası benim için üzücü şekilde iptal olan gotik rock-metal grubu Unto Others yerine eklenen, her üç dört senede bir PartySan’ın misafiri olan Immolation’daydı. Diğer hemşerileri Deicide, Obituary, Dying Fetus gibi kusurusuz bir performans ile 45 dakika sahnede kaldılar. Bence daha uzun süre almaları gerekirdi ama organizasyonun takdiri böyleymiş dedik.

Immolation
Immolation

Ardından sahne alan black metal grubu Endstille’yi ise pek takip etmediğimden sadece biraz fotoğraflarını çekip, bir iki parçalarını izlemekle yetindim.

Sırada her sene en az iki kez yolumuzun kesiştiği Borknagar vardı. İlk İstanbul konseri benim için beklentimin altında kalsa da, aynı yıl Macaristan’da izlediğim konserleri çok çok daha iyiydi. Yukarıda da değindiğim gibi yorgunluk artık saatler geçtikçe hissedilir hale gelince, Borknagar’ı alanın çim olan kısmında oturarak izledik. Hemen hemen Macaristan’da izlediğim aynı setlisti çaldılar, benim için güzel bir tekrar konseri oldu.

Gün içinde tur otobüsleri önünde kendimizi fotoğrafladığımız Kataklysm, ilk günkü Obituary konseri oldukça kalabalık bir kitleye çaldı. Yine bol bol circle pitler, crowd surfingler yapıldı. Bir saatini hem kendileri hem de seyirci için enerji patlaması halinde geçiren Kataklysm sanırım günün en iyi performansını gösterdi. Son dönemlerde ülkemize gelen death metal efsanesi gruplardan birisi olarak belki tekrar izleme şansımız olur. Umarım.

Enslaved
Enslaved

Artık PartySan’a veda etmeden önceki son konser ise, viking metal efsanesi Enslaved’ti. Sahneye ışıl ışıl rünik harflerden dekorlar önünde çıkan Enslaved, klasik albümü Vikingligr Veldi’nin tamamını çaldı, her biri onar dakikadan daha uzun parçaları zaman zaman sıksa da en eğlendiğim konserlerden biri oldu. 50’sine merdiven dayamış Grutle Kjellson’un vokal ve sahne performansını da muhteşem bulduğumu da söylemeliyim. Vikingligr Veldi’nin üzerine yine 90’lardan iki parça ekleyip toplam altı parça ile PartySan 2023’ün kapanışını yapmış olduk. Elbette müziğe doyamayanlar soluğu yine Tentstage’deki Metal Disco’da aldılar. Organizasyonun yaptığı kapanış konuşması (Almanca tabi), mini bir havai fişek gösterisi ve sahnenin yanındaki tanksavardan ateşlenen bol gürültülü top mermisiyle PartySan’a muhtemelen seneye tekrar görüşmek üzere veda ettik.

Değerlendirmek gerekirse; birkaç ufak tefek aksilik haricinde mutlu mesut ayrıldığım bir organizasyon oldu PartySan ve sanırım bu sezon katıldığım son festival olarak 2023 yılı anılarımda yerini alacak. Ulaşım olarak biraz sıkıntılı bir noktada olsa da, yaygın demiryolu ağı ve şahane bir uygulama olan Deutschland-Ticket ile birlikte çok fazla problem yaşamadan ulaşım sağlayabiliyorsunuz. Ayrıca festival ekibinin her konuda elinden geldiğince yardımcı da olduğunu söyleyebilirim.

Sonuç olarak puanlayacak olursam;

Ulaşım: 7/10 (Özellikle dönüş saatlerinde aksayan servis saatleri, arıza yapan servis otobüsü gibi sorunlar olmasına rağmen çözüm konusunda hızlı davranan organizasyon ekibi yine de takdiri hak etti)

Festival Alanı/Ortamı: 9/10 (Geniş festival alanı, sahneler arası mesafenin az olması. Tek olumsuz yanı Tentstage’in kötü ses sistemiydi)

Sahne Alan Gruplar: 8/10 (Özellikle death ve black metal ağırlıklı gruplar çok fazlaydı, seneye umarım daha farklı tarz müzik yapan gruplar da yer alır)

Yeme-İçme: 10/10 (Bol seçenekli ve nispeten hesaplı yiyecek-içecek seçenekleri olması güzeldi, hijyen ve lezzet konusunda da ayrıca tatmin ediciydi)

Fiyatlar: 9/10 (Fiyatlar, dünyayı etkileyen enflasyon dalgasının etkisiyle korktuğumuz gibi değildi. Sadece VIP bölümündeki yiyecek fiyatları ortalamanın üzerindeydi. Merchler, ortalama fiyatlardan satışa sunulmuştu diyebilirim)

Buraya kadar sıkılmadan okuyanlar için son söz olarak; buradan Extreminal’e bu fırsatı sağladığı için ve İdil’e de aldığını notlar ile bu yazıyı yazmamdaki büyük desteği, üç gün boyunca eşlik edip, özellikle çevirmenliği ve rehberliği için çok teşekkür ediyorum. Bir sonraki festival kritiğinde görüşmek üzere…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu