Extreminal Metal Magazine olarak Norveç siyah metal fraksiyonunun kalbi Oslo’daydık!
2024 senesinin beni en çok heyecanlandıran etkinliği çoktan geride kalmış olsa da etkisi hala sürüyor. Grup listesinin çeşitliliğinden mi girsem, şehrin göbeğindeki lüks otelin olayın merkezi olmasından mı, ekstrem metalin kalbinin attığı ve black metalin en sansasyonel dönemlerinin yaşandığı Oslo’da bu etkinliğin vuku bulmasından mı girsem bilemiyorum. Sanırım yine ortaya karışık bir yazı olacak.
Dünyada „black metal turizmi“ diye bir şeyin var olduğu tek ülke şüphesiz ki Norveç’tir. Yıllardır ziyaret etmek isteyip bir türlü fırsat bulamadığım ülkeye sonunda giriş yapmayı bu etkinlik sayesinde başarmış oldum. Oslo’nun bendeki yerinin apayrı olmasının sebebi ilk gençlik yıllarımda defalarca okuduğum Ingvar Ambjornsen romanları (Beyaz Zenciler özellikle) ve tabii ki Norveç black metal soundunun yaratıldığı yer olmasına dayanmaktaydı.
Inferno Metal Festivali, 2001 yıllından bu yana yapılagelen en eski ekstrem metal organizasyonlarından biri. Zaman içerisinde oldukça büyüyerek Avrupa’nın en önemli metal festivallerinden biri haline geliyor. Konserler ve etkinlikler, şehrin merkezinde bulunan ve birbirine oldukça yakın olan irili ufaklı konser mekanlarında gerçekleşiyor. Yine şehir merkezinden bulunan, organizasyonun anlaşmalı olduğu otelde, festivale özel indirimli fiyatlar uygulanıyor. Bu otel içeresinde gündüz saatlerinde festival süresince metal müzikle alakalı seminerler, workshoplar ve konferanslar gerçekleşiyor. „Slovakya’daki metal komünitesi“, „Video oyunlarında ekstrem müzik“, „Nefret Söylemi ve Metal“, „Zorbalığa Karşı Metal-headler“ ve „Drag Music“ şeklinde bir çok enteresan tema mevcuttu.
Almanya’da genelde dağ başı tarzı yerlerde gerçekleşen büyük festivallerin aksine şehrin göbeğinde vuku bulan bir festival olduğu için uçakla Oslo’ya gelmeniz yeterli oluyor. Eğer anlaşmalı otelde kalırsanız konser mekanları 5-7 dakika arası bir yürüme mesafesinde oluyor. Fiyat ve performans açısından otelde kalmak bize daha mantıklı geldiği için yerlerimizi VenomInfernus ile çoktan ayırtmıştık.
Festivalin resmi başlangıcının bir gün öncesinde oradaydık. Havaalanından yaklaşık bir saatlik bir tren yolculuğundan sonra şehrin merkezine geldik. Merkez tren istasyonuna çok kısa bir yürüme mesafesinde olan otel, internette gördüğüm fotoğraflardan çok daha güzeldi. Lobiye girdiğimde AC/DC çalıyordu ve festivale gelmiş insanlar, gayet şık bir otel lobisinde biraz tezat ve eğlenceli bir görüntü oluşturmaktaydı. Yavaş yavaş festival moduna girmenin zamanı gelmişti.
Akşam saatlerinde vardığımız için o gün biraz şehrin bulunduğumuz konumunu ve konser mekanlarını keşif ile geçti. Biranın her konser mekanında yaklaşık on euroya satılıyor olmasının verdiği kısa süreli şoku atlattıktan sonra „Vaterland“ adli barda harika bir konser veren Mass Worship ile Oslo’daki ilk canlı müzik deneyimiz başlıyor. Daha önce Almanya’da LIK ile beraber çıktıkları tur kapsamında izlemiş olduğum İsveç menşeili grup death metal tarzında bir müzik icra ediyor, ancak hem modern hem de oldschool death metalin bir karışımı gibi diyebiliriz. Özellikle melodi ve groove anlamında zengin bir içeriğe sahip, ileride ismini daha çok duyacağımız bir grup olduğunu düşünüyorum. Bar sahnesi yerine daha büyük kapasitesi olan bir mekanda çalmayı fazlasıyla hak ediyorlardı.
Perşembe günü festivalin resmi olarak başladığı ilk gündü. „Black Metal Bus Sightseeing“ ismindeki tur programına katılmayıp Oslo‘yu kendimiz gezmeye karar vermiştik. Lakin ilk gün hala yolculuğun yorgunluğu üzerimdeydi, dolayısıyla uykumdan feragat etmeyecektim. Kaldığım otele yürüme mesafesinde olan meşhur Neseblod Records ilk gün için uygun bir seçenek gibi görünüyordu. İçeride envai çeşit plak, CD, Merch ne ararsanız mevcuttu, dolayısıyla beklediğimizden cok daha fazla vakit harcadık. Alt katta Euronymous dönemindeki haliyle, duvarında „Black Metal“ yazısı halen duran kiler katı en çok ziyaretçiyi çeken bölümdü. Norveç black metal çevresinin ve soundunun ilk ortaya çıktığı dönemlerde metal müzisyenlerinin ve fanlarının buluşma alanı olan mekanın „Helvete“ adını taşıdığı zamanlarından kalma çeşitli posterler ve eşyalar burada bulunmaktaydı. Neyse ki turla gelmemiş olduğumuz için fazla bir insan yoğunluğu yoktu ve her şeyi fotoğraflayıp inceleyecek vaktimiz oldu. Ancak bu esnada ne yazık ki günün ilk grupları olan Konvent ve Keep of Kalessin’i kaçırmış olduk. (Norveç ziyaretimizin 10 gün kadar sonrasında çıkan yangında Helvete Records büyük zarar görmüştü, dolayısıyla aslında konserlere gitmek yerine orada daha çok vakit geçirmek farkında olmadan verdiğimiz doğru bir kararmış.)
Mekanları anlatmak gerekirse, Rockefeller’de ana sahnenin olduğu kattaki konseri üst katta yer alan balkonlardan da izleyebiliyorsunuz. Çalan gruba göre oralarda da yoğunluk olabiliyor tabii. Mekanın girişindeki avluda birkaç tane yemek standı bulunuyor, ama asıl yiyecek bölümü üçüncü katta yer almakta. Bu arada Rockefeller ve John Dee sahnesi aynı yerde, bir koridorla birbirine bağlanmış vaziyette iki farklı konser alanı, ama John Dee’ye dışarı çıkıp ayrı bir kapıdan da girebiliyorsunuz. John Dee, Rockefeller’e göre daha küçük ve basık bir mekan. Sahne pek yüksek olmadığı için ve tavanı da basık olduğu için arka taraflardan sahneyi görmeniz biraz zor oluyor.
28 MART PERŞEMBE:
Gelelim ilk günün konserlerine…Festivalin en büyük sahnesi olan Rockefeller’de Nordjevel başlamak üzereydi ve içerisi oldukça doluydu. Black-death tarzı bir tür icra eden grubun sahne performansı, özellikle alev şovu mükemmeldi. İlerleyen dakikalarda ön taraflara doğru ilerlemeyi başarıp konser moduna girmiştim. Nordjevel gerçekten sahneyi yıkıp geçerek seyircinin üzerindeki ölü toprağını atıyor ve herkesin çok eğlendiği muhteşem bir atmosfer yaratıyor.
Nordjevel’in ardından hemen yan tarafta yer alan John Dee sahnesine doğru ilerlemeye başladım. Ancak yürüdükçe kalabalık artıyordu ve sonunda kapının önünde büyük bir kalabalık olduğunu fark ettim. İnsanlar, az sonra Crypta’nın sahne alacağı mekanda büyük bir yığılma oluşturmuştu – ki bir çok insan gerçekten birbirine dirsek atarak ilerliyordu. Anlaşılan John Dee hınca hınç dolu olduğu için güvenlik insanları sırayla içeriye alıyordu. Karınca hızıyla ilerleyen ve insanların adeta birbirini ezdiği güruhun arasında kalmak can sıkıcı bir hal almaya başlayınca beklemekten vazgeçip Rockefeller’e geri dönüyorum.
İsveç’in efsanevi doom metal grubu Candlemass’ı ilk günün ve kalabalığın yaşattığı yorgunluk yüzünden üst kattan izliyorum. Epic doom tarzlarından beklenebileceği üzere de sahnede olması gerektiği gibi „ağır“ bir duruşları var. Yılların tecrübesi de olunca şarkıları sıfır hatayla icra ediyorlar ve kalabalığı kendinden geçirmeyi başarıyorlar. VenomInfernus’la buluştuğumuz bu konserde gerçekten sonuna kadar duruyoruz, ve erken bırakıp diğer sahneye geçmiyoruz.
Crypta’da yaşadığım tecrübe ne yazık ki tekrarlanıyor ve Cattle Decapitation için VenomInfernus ile önümüzde yaklaşık 250 kişinin beklemekte olduğu sıraya geçiyoruz. Cattle Decapitation’ı daha önce izlemiştim ancak burada da en azından sahneye girişlerini görmek isterdim. Israrlı beklemelerimiz neticesinde Cattle’ın son şarkılarına yetişmeyi başarıyoruz, lakin içerisi son derece kalabalık olduğundan ne yazık ki sahne performanslarını iyi göremediğim, duvar diplerinden izleyebildiğimiz bir konser oluyor. Konserin olduğu John Dee adlı mekanı Kadıköy Sahne benzeri bir yer olarak düşünebilirsiniz.
İki grubu üst üste tam olarak izleyemediğimizden dolayı biraz da düşük bir moralle Kampfar’ı izlemek üzere festivalin „ana sahnesi“ olan Rockefeller’e geçiyoruz. Norveç’te 1994 yılından bu yana aktif ve dokuz tane albüm, iki tane EP yayınlamış olan grup her zamanki muhteşem performansını sergiliyor. Seyirciyle anadillerinde iletişim kurduklarından dolayı tam olarak neler döndüğünü pek anlayamıyoruz yine de. Gecenin sonlarına doğru ellerinde fenerle iki adam sahneye çıkıyor, sahnedeki Norveç bayraklarını döndürerek ters hac yapıyorlar, yani görsellik anlamında epey keyifli bir konser oluyor. Sahne performansının büyük kısmına eşlik eden duman ve alev şovları gerçekten muhteşemdi. Üçüncü albümleri Kvass’tan Lyktemenn gibi kült şarkılara da yer vererek seyirciyi mest ediyorlar.
29 MART CUMA:
Festivalin ikinci gününe Vltimas ile başlıyoruz. 2015 yılında kurulmuş olan grup, halihazırda bildiğimiz üç ünlü müzisyenden oluşuyor. Eski Morbid Angel’dan David Vincent vokalde, Mayhem’den Rune „Blasphemer“ Eriksen gitarda ve Cryptopsy’den Flo Mounier davulda olunca kaçınılmaz olarak ortaya çok güçlü bir sound çıkıyor. Buna modern ve geleneksel death metalin bir karışımı diyebiliriz (hatta doublebass ve blastbeatleri de göz önüne alırsak Norveç black metalinin de bir etkisi olduğu kesinlikle söylenebilir). Yine de grubun tarzına ilişkin en isabetli tanımı davulcu Rune Eriksen bir röportajında yapmış, „Death Metal yolculuğuna çıkmış Deep Purple“. Konser katını seyirci hınca hınç doldurduğu için üst kattaki balkonda güzel bir yer bulup grubu oradan izliyorum. Sahnede fazla bir aksiyonları olmasa da çalım ve performans anlamında kusursuzlar.
90lar black metalinin en iyi gruplarından biri olan Carpathian Forest, Vltimas’dan sonra ana sahnede yer alacak olan gruptu. Çok uzun bir introyla ve bayraklarla sahneye çıktılar. Kendine özgü bir mizah anlayışı ve bir miktar da „punk“ tavrına sahip olan efsanevi grubun vokalisti, bir ara sahneye küçük oğlunu davet ediyor. Sanırım 15 yaşlarında olan oğlu ile bir şarkıyı beraber söylüyorlar. Biraz utangaç olmakla beraber babasının izinden giden bir genç olsa gerek.
Norveç seyircisi gördüğüm kadarıyla konserleri sakince izlemeyi tercih ediyor. Inferno Festival bazında düşünürsek yaş ortalaması da biraz yüksekti, ancak tüm bunlara rağmen Carpathian Forest seyirciyi en çok coşturan gruplardan birisi oldu. Norveç bayraklarıyla kuru kafa maskesi takmış kişilerin ve sonradan veba doktorunun sahneye çıkması (hatta vokale eşlik etmesi) gibi anlar ilgi çekiciydi. Ayrıca arka plandaki sinevizyon görüntüleri de müziğin genel konsepti ile bir bütün oluşturmaktaydı. Grubun Inferno için ayrıca bir hazırlık yapmış olduğu belliydi. Tüm festival süresince sahnesinden en çok etkilendiğim grup olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
İzlandalı post metal grubu Solstafir, Carpathian Forest’dan sonra sahne alıyor. Fazla takip ettiğim bir grup olmamakla beraber, sahne duruşları ve performansları başarılıydı. Çok iyi enstrumentalistlerden oluşan grup mekanı iyice doldursa da ben bu esnada biraz enerji toplamak adına dinlenmeyi tercih ediyorum.
Yemek ve dinlenme molasının ardından Gorgoroth için sahne önünde yerimizi alıyoruz. Festival kadrosunda aslında At the Gates açıklanmıştı, ancak grup son anda turunu iptal edince yerini Gorgoroth alıyor. Almanya’da defalarca kaçırdığım ve bir türlü izleyemediğim grubu sonunda izleme şansına kavuşmak harika bir gelişmeydi. Norveç’in Bergen kentinden gelme efsanevi grup uzunca bir süre sahnede kalıyor ve şarkıları hiç ara vermeden peş peşe çalarak seyirciyle hiçbir iletişim kurmuyor. Biraz mekanik çaldılar diyebiliriz, adeta Spotify’den sırayla Gorgoroth şarkıları dinlemek gibiydi. Sahne şovu namına pek bir olayları yoktu, nitekim konser bitmeden çıkan pek çok insan oldu. Tüm şarkıları olması gerektiği gibi çaldılar. Nietzsche bıyıklı Infernus’un yanı sıra vokaller ve davul da oldukça iyiydi. Müzikal açıdan tatmin ediciydi ama sahne performansı olarak maalesef bir Carpathian Forest seviyesini yakalayamadılar.
30 MART CUMARTESİ:
Oslo’daki turistik gezilerimizi tamamladıktan sonra İskoçyalı black-folk metal grubu Saor’a yetişmeyi başarıyoruz. İlk defa canlı izlediğim Saor beklentimi çok aşan bir performans sergiliyor. Sahne duruşları çok iyi ve çalımdan sounda her şey harika ilerliyor. Seyirciyle iletişimleri oldukça kuvvetli ve kendi aralarında da performans esnasında sürekli bir iletişim halindeler. Saor nefesli çalgı kullanan nadir ekstrem gruplardan biri, ancak enstrüman müziğe çok uyumlu bir şekilde entegre edilmiş ve insanı alıp götürüyor. Henüz dinlemediyseniz mutlaka bir şans vermeniz gerektiğini duyurmuş olayım.
Saor bittikten sonra Tilintetgjort’u izlemek üzere alt kata John Dee sahnesine gidiyoruz. 2020 yılında kurulmuş olan avantgarde black metal grubu haliyle merakımızı celbediyor. Kendine has bir tür icra ediyorlar, 90lar black metalinden 70li yılların progresif rockına kadar uzanan etkiler taşıyan girift bir tür diyebiliriz. Deneysel ve değişik tatlar arayan ekstrem metal dinleyicileri için ideal görünüyor.
Bir süre mola verdikten sonra Me and That Man’ı izliyoruz. Behemoth’tan tanıdığımız Nergal’in kurduğu grup, dark-folk rock, gothic-blues, country karışımı bir tarz yapıyor. Her ne kadar tür olarak çok uymuyor gibi gözükse de Avrupa’daki metal festivallerinin tozunu attırıyorlar. Salon neredeyse tüm şarkılara eşlik ediyor ve özellikle Nergal’in performansı seyirciyi inanılmaz derecede eğlendiriyor. Umarım kendilerini bir gün Türkiye’de de izleme şansımız olur.
Bu performansın ardından Jo Quail’i izlemeye gidiyoruz. Londralı çello virtüözü kendine has bir solo performans sergiliyor. Post rock ya da electronica türlerini sevenler, bu müziğe de hatırı sayılır bir ilgi gösteriyorlar. Sahnede çaldığı partisyonlardan samplelar üreterek onların üzerine tekrar tekrar ritimleri ve melodileri yerleştiriyor. Canlı izlemesi gerçekten keyif veren Jo Quail, böylece günlerdir maruz kaldığımız „metal“ tınılarından bizi bir süreliğine uzaklaştırıyor.
Bergen çıkışlı black-folk metal grubu Borknagar bu esnada Rockefeller’i hınca hınç dolduruyor. Sahnenin sol tarafındaki basamakların üzerinde yer bulup sahneyi görebildiğimiz için kendimizi şanslı addederek başlıyoruz seyretmeye. Daha önce gittiğim pek çok festivalde izlemiş olduğum için aslında sonuna kadar durmayı düşünmemiştim, ancak (her zamanki gibi) o kadar iyi bir performans sergiliyorlar ki sahneden bir an bile gözümü alamıyorum. Tüm yorgunluğa rağmen uzun sayılabilecek konser süresinin en sonuna kadar seyircinin ilgisini üzerlerinde tutmayı başarıyorlar.
Günün son performansına gelmeden önce Oslo menşeili black metal grubu Khold’a uğruyoruz. Aslında kuruluş tarihi itibariyle eski bir grup olsa da daha önce pek dinlememiştim. Konserin hepsini izleyemesek de grubun kesinlikle es geçilmemesi gerektiğini düşünüyorum, metal camiasında daha fazla ilgiyi hak ediyorlar. Ayrıca solistin corpse painte yaratıcı bir soluk getirmesi de bizden artı puan alıyor. Bu tür festivallerin en güzel taraflarından birisi de, daha önce bir şekilde fark edemediğimiz grupları keşfetmemize olanak sağlaması. Khold’da benim için bu klasmanda yerini alıyor. Yeni albümlerini mutlaka dinleyin derim.
Günün son grubu olarak saat 23:30da Dimmu Borgir sahneye çıkıyor. Grup bu sene 30 uncu yılını kutluyor, dolayısıyla sanırım sahne şovu için ekstradan hazırlıklar yapılmış. Daha önce Hannover’de izlediğim konserlerinden pozitif anlamda daha farklı olduklarını söyleyebilirim, belki yıl dönümlerinin olması sebebiyle, belki de anavatanlarında çalıyor olmaları sebebiyle çok daha iyi bir sahne performansıydı. Alev gösterileri olsun, grubun seyirciyle olan diyaloğu olsun, her şeyiyle mükemmeldi. Ağırlıklı olarak yeni albümlerinden çalacaklarını düşünmüştük ancak konsere eski parçalardan girdiler, setlistlerinde 2000ler öncesi albümlerine ağırlık vermişlerdi. Konser esnasında bir ara sanırım davulda bir sorun yaşandı ve beş dakika kadar ara verildi. Yeniden başladıklarında iyice eski parçalara girdiler ve 2000ler öncesi albümlerine döndüler. Konser bitimine doğru Progenies of the Great Apocalypse gibi kült şarkılarını da çaldılar. Son yıllarda izlediğim en iyi performanslardan biriydi.
31 MART PAZAR:
Festivalin son gününde ilk konserimiz İngiliz menşeili atmosferik black metal grubu Winterfylleth oluyor. Müzikal olarak çok iyi bulmakla beraber, şarkı sözlerindeki açık „ırkçı“ eğilimler ve verdikleri demeçlerde de göze çarpan „belirsiz“ duruşları sebebiyle kişisel olarak uzaklaştığım bir grup haline geldiler. Yine de konserlerini tarafsız bir gözle izlemeye çalıştım. Sahne için herhangi bir imaj ya da konsept çalışması belli ki yapılmamış, sanki şehir festivaline çalmaya gelmiş alelade bir topluluk gibi duruyorlardı. Enstrüman hakimiyeti açısından gerçekten iyilerdi ancak sahne performansı açısından kendilerini biraz daha geliştirmeleri gerekiyor.
Progresif metal grubu Cynic, Winterfylleth’nin ardından Rockefeller sahnesine çıkıyor. Konseri kalabalığa karışmadan üst katta oturarak izliyorum. Yılların tecrübesine sahip grup sahnede nasıl olunması gerektiğini çok iyi biliyor, özellikle basçıları muhteşem bir performans sergiliyor. Şarkı seçimi anlamında da oldukça iyi ayarlanmış olan bir konser deneyimi yaşatıyorlar. Ancak yine de grubun sahne aldığı zaman aralığındaki atmosfere çok uymadığı kanısındayım. Eminim ki orada olan bir çok insan da benim gibi düşünüyordur. Misþyrming ve Winterfylleth gibi grupların ardından Cynic’in çalması tarz anlamında biraz uyumsuz bir tercih gibi geliyor.
Folk metalin en sevilen gruplarından biri olan Finntroll’e geliyor sıra. Net olarak söyleyebilirim ki Norveç’te Almanya’da olduğundan çok daha geniş bir kitleye çalıyorlar. Seyircinin şarkılara katılımı en üst düzeyde gerçekleşiyor ve görünen o ki herkes aşırı derecede eğleniyor. Kalabalık dolayısıyla ne yazık ki önlere kadar ilerleyemiyorum. Normalde fazla dinlediğim bir tür olmasa da Finntroll’u canlı izlemek her zaman çok keyifli geçiyor.
Ardindan John Dee sahnesine geçiyoruz ve Norveçli grup Koldbrann sahne alıyor. Konser esnasında son derece hareketli olan grup, yırtıcı vokalleri ve gitar riffleriyle tam teşekküllü black metal icra ediyor. İlk defa izlediğimiz Koldbrann bizi asla hayal kırıklığına uğratmıyor. Eski tarz Norveç black metalini ve biraz da „çiğ“ soundu sevenler bu adamları mutlaka dinlemeli. Umarım başka organizasyonlarda da tekrar denk gelebiliriz. Zira biraz küçük bir mekan olan John Dee sahnesinde kalabalık bir kitleye çaldıkları için sahneyi tam olarak görebilmemiz mümkün olmuyor.
Inferno Metal Festival’in son grubu Norveç black metalinin medarı iftiharı Taake oluyor. Canlı izlemeyi uzun zamandır heyecanla beklediğimden yorgunluğu bir kenara bırakarak yine en önlere geçmeyi başarıyorum. Vokalist Hoest sahnede epeyce tiyatral ve ilginç bir show sergiliyor. “Fra Vadested Til Vaandesmed” ile konsere başlıyorlar ve sonrasında “Nordbundet” ve “Myr” gibi banjo solosu içeren şarkılarını da çalmayı ihmal etmiyorlar ki böyle bir enstrümanı bir black metal albümünde kullanmaya cesaret ettikleri için grubu ayrıca takdir etmek gerekir. Bunun dışında 2023 yılında çıkardıkları son albümleri “Et hav av avstand”dan bazı şarkılara da konserde yer veriyorlar. Şarkı süreleri uzun olduğu halde konser asla sıkıcı geçmiyor ve seyircinin enerjisi konserin sonuna kadar devam ediyor.
İlk defa ziyaret edebildiğim bu güzel şehirde bu kadar başarılı bir organizasyonda bulunmak ve ekstrem metalin en nadide gruplarını artarda izleyebilmek benim için muhteşem bir deneyimdi. 2025 yılı için biletler şimdiden satışta, ayrıca Clarion Hotel’den „inferno“ koduyla indirimli olarak rezervasyon yapılabiliyor. Burada hava şartları, kamp alanı, eşyaları oradan oraya taşımak zorunda olmak, birbirine uzak sahneler arasında mekik dokumak gibi sıkıntıları yaşamıyorsunuz ve muhteşem grupları izleme şansını yakalıyorsunuz. İmkanı olanlar için bu festival kesinlikle ziyaret etmeye değer. 2025 versiyonunda çalacak olan grupların açıklanmasını şimdiden heyecanla bekliyoruz!